Son 150 senedir yaşamakta olduğumuz iklim değişikliği bu şekilde insan kaynaklıdır. Bu değişikliğin önemli sonuçları arasında; ortalama sıcaklığın artması, yağış rejiminin değişmesi, okyanus akıntılarının değişmesi, kuraklık sürelerinin ve şiddetlerinin artması, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, orman yangınlarının hem şiddetlenmesi hem de daha geniş alanlara yayılması, salgın hastalıkların etki alanlarının genişlemesi gibi problemler bulunur. Her geçtiğimiz sene bu etkiler daha da şiddetlenmektedir. Bu etkiler biz atmosfere sera gazlarını salmaya devam ettiğimiz müddetçe de şiddetlenmeye devam edecektir.
İklimi değiştiren sera gazlarının başında karbondioksit gelir. Karbondioksidin en önemli kaynağı bizim yaktığımız kömür, petrol ve doğal gazdır. İkinci önemli karbondioksit kaynağı ise tarım yapmak için açılan arazilerden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda hem ormanlar yakılmakta hem de toprak sürülerek toprakta depolanan karbonun da atmosfere karışmasına neden olunmaktadır.
Metan ikinci önemli sera gazıdır. Atmosfere metan gazının salınması üç önemli nedenle oluşmaktadır. Öncelikle endüstriyel hayvancılık ve bu sektördeki üretim nedeniyle atmosfere bolca metan gazı salınır. Pirinç üretimi de önemli metan gazı kaynaklarından biridir. Ayrıca fosil yakıtların çıkarılması ve taşınması sırasındaki kaçaklardan da atmosfere metan gazı salınır.
Diazot monoksit tarımda kullanılan suni gübreler ve motorlu taşıtlardaki yanma sonucu oluşur. Yalnız diazot monoksidin etkisi karbondioksit ve metan ile kıyaslandığında çok daha küçüktür.
Küresel ısınmayı azaltmak için bu sera gazı kaynaklarından yapılan tüm salımları ya yok etmemiz ya da çok azaltmamız gerekmektedir. Bunun başarılması ise özellikle enerji sektörü başta olmak üzere çeşitli sektörlerde önemli değişimlere gidilmesi ile mümkündür. Burada yapılması gereken hayat tarzımızı azıcık değiştirerek yolumuza devam etmek değil ciddi değişimlerle sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimsemektir.
Problemin böylesi büyük değişimleri gerektirdiği 1990’ların başından beri uluslararası toplantılarda konuşulmaktadır. Bu konuda önemli adımlardan bir tanesi 1992 yılında imzalanmış olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme iklim değişikliğinin kaynağı olarak sera gazlarını tanımış ve devletlerin sera gazı salımlarını azaltmak için harekete geçmeleri gerektiğini söylemiştir. Bu sözleşmeye dayanarak yapılan Kyoto Protokolü sadece gelişmiş ülkelerin azaltım yapmalarına dayandığından fazla etkili olmamıştır. Bu dönemde gereken değişimlerin büyüklüğü fark edildiğinden devletler harekete geçmekte çekingen davranmışlardır. 2020-2030 yılları arasında iklim değişikliğini azaltmak amacıyla yapılan Paris Anlaşması da küresel ısınmanın 1.5 oC’yi aşmamasını prensip olarak kabul etmiştir. Yalnız devletlerin katkıları ısınmayı 1.5 oC’de tutmaya yeterli değildir ve devletler bu anlaşmada verdikleri sözleri yerine getirse bile Dünya’nın ortalama sıcaklığının 3 oC artacağı öngörülmektedir.
Devletlerin iklim krizine karşı aldıkları önlemlerin problemin şiddetlenmesini durdurmak yönünde fazla fayda saplamayacağının anlaşılması özellikle gençler arasında ciddi hoşnutsuzluk yaratmıştır. Gençler iklim krizinin en kısa zamanda durdurulmasına yönelik talepleriyle günümüzde iklim krizi karşıtı harekete liderlik etmektedir.