Bir bölgedeki hava durumu beklentimize iklim diyebiliriz. Bu beklentiyi oluşturan uzun yıllar boyu edindiğimiz bilgidir. Bu bilginin içerisinde havanın ortalama sıcaklığı, yağışlılığı, bulutluluğu ve nemi olduğu kadar, bu değerlerin hem gün içerisinde hem de mevsimden mevsime nasıl değiştiği vardır. Ayrıca hava durumunun ulaşabileceği uç değerler de beklentimizi şekillendirir. Yani iklim, hava durumunun ortalamasını, değişkenliğini ve uç değerlerini de içine alan bir kavramdır.
Hava durumu bir günden ertesi güne değişebilir, ancak iklimin değişmez olduğunu kabul ederiz. Bu kabulümüz iklimin insan hayatı gibi dünya tarihi açısından kısa bir süre içerisinde değişmediği düşüncesine dayanır. Geçmişte de dünyanın iklimi yüz binlerce veya milyonlarca yıllık süreçlerde değişmiştir. Bu değişimlerin sebebi genelde jeolojik veya astronomik kaynaklıdır. Güneş’teki değişiklikler de kısa süreli olarak dünyanın iklimi üzerinde etki yaratmıştır. Yalnız bu değişiklikler ve sebepleri bilimsel açıdan uzun süredir çalışılmış ve anlaşılmıştır.
Bugün içinde yaşadığımız iklim değişiklikleri daha öncekilerden iki bakımdan farklıdır. Bunların ilki bu değişikliklerin son derece hızlı gerçekleşiyor olmasıdır. Dinozorlar çağının sonunda ancak bir meteorun düşmesi şu an içinde yaşamakta olduğumuz değişikliklere benzer etkiler yaratmıştır. Bunun dışındaki doğal değişiklikler hep uzun sürede oluşmuştur. İkinci fark da bu değişikliği insanların bilerek yaratıyor olmasıdır.
Kömür, petrol ve doğal gaz bundan milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların kalıntılarından oluşur. Bu canlılar yaşadıkları sürede atmosferden karbondioksit emerek bünyelerinde karbonu depolamıştır. Milyonlarca yıl toprak altında kalan bu karbon kısaca fosil yakıt dediğimiz kömür, petrol ve doğal gaza dönüşmüştür. İnsanlık çok eski zamanlardan bu yana bulduğu fosil yakıtları yakarak enerji üretmektedir. Ancak Sanayi Devrimi sonrasında fosil yakıt tüketimi daha öncesiyle kıyaslanamayacak bir biçimde artmıştır. Özellikle enerji üretimi için kullanılan fosil yakıtların yakılması ile milyonlarca yıldır yer altında saklanan karbon da karbondioksit olarak atmosfere yayılmıştır.
Güneş’ten Dünya’ya gelen ışığın %30’u Dünya’nın yüzeyinden ve atmosferden geri yansır. Dünya tarafından emilen ışık ise Dünya’yı ısıtır. Isınan Dünya’dan ise emilen ısı kadar enerji kızılötesi dalga boyunda uzaya geri salınır. Dünya’nın emdiği enerji ile yaydığı enerjinin birbirine eşit olması Dünya’nın ortalama sıcaklığının sabit kalmasına yardımcı olur. İnsanlık tarihi boyunca atmosferdeki gazların oranı değişmediğinden Dünya’dan yayılan enerji de atmosfer tarafından sabit bir oranda uzaya salınmıştır.
Yalnız, Sanayi Devrimi’nden beri daha fazla fosil yakıt yakıp atmosfere daha fazla karbondioksit saldığımızdan atmosferin enerji geçirgenliğini de değiştirdik. Karbondioksit gibi gazlar Dünya’nın yaydığı kızılötesi enerjinin uzaya salınmasına engel olarak atmosferde kalmasına neden olurlar. Bu da Dünya’nın atmosferinin bir sera gibi ısınmasına neden olur. Bundan dolayı karbondioksit, metan ve diazot monoksit gibi gazlara sera gazları diyoruz. Bu gazların atmosferdeki oranları ne kadar artarsa atmosferin kızılötesi enerjiye karşı geçirgenliği de o kadar azalacaktır. Şu anda içinde bulunduğumuz durum budur ve bu durum Dünya’nın atmosferinde ısının birikerek iklimin değişmesine yol açmaktadır.
Son 150 senedir yaşamakta olduğumuz iklim değişikliği bu şekilde insan kaynaklıdır. Bu değişikliğin önemli sonuçları arasında; ortalama sıcaklığın artması, yağış rejiminin değişmesi, kuraklık sürelerinin ve şiddetlerinin artması, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, orman yangınlarının hem şiddetlenmesi hem de daha geniş alanlara yayılması, salgın hastalıkların etki alanlarının genişlemesi gibi problemler bulunur. Her geçtiğimiz sene bu etkiler daha da şiddetlenmektedir. Bu etkiler biz atmosfere sera gazlarını salmaya devam ettiğimiz müddetçe de şiddetlenmeye devam edecektir.
İklimi değiştiren sera gazlarının başında karbondioksit gelir. Karbondioksidin en önemli kaynağı bizim yaktığımız kömür, petrol ve doğal gazdır. İkinci önemli karbondioksit kaynağı ise tarım yapmak için açılan arazilerden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda hem ormanlar yakılmakta hem de toprak sürülerek toprakta depolanan karbonun da atmosfere karışmasına neden olunmaktadır.
Metan ikinci önemli sera gazıdır. Atmosfere metan gazının salınması üç önemli nedenle oluşmaktadır. Öncelikle endüstriyel hayvancılık ve bu sektördeki üretim nedeniyle atmosfere bolca metan gazı salınır. Pirinç üretimi de önemli metan gazı kaynaklarından biridir. Ayrıca fosil yakıtların çıkarılması ve taşınması sırasındaki kaçaklardan da atmosfere metan gazı salınır.
Diazot monoksit tarımda kullanılan suni gübreler ve motorlu taşıtlardaki yanma sonucu oluşur. Yalnız diazot monoksidin etkisi karbondioksit ve metan ile kıyaslandığında çok daha küçüktür.
Küresel ısınmayı azaltmak için bu sera gazı kaynaklarından yapılan tüm salımları ya yok etmemiz ya da çok azaltmamız gerekmektedir. Bunun başarılması ise özellikle enerji sektörü başta olmak üzere çeşitli sektörlerde önemli değişimlere gidilmesi ile mümkündür. Burada yapılması gereken hayat tarzımızı azıcık değiştirerek yolumuza devam etmek değil ciddi değişimlerle sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimsemektir.
Problemin böylesi büyük değişimleri gerektirdiği 1990’ların başından beri uluslararası toplantılarda konuşulmaktadır. Bu konuda önemli adımlardan bir tanesi 1992 yılında imzalanmış olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme iklim değişikliğinin kaynağı olarak sera gazlarını tanımış ve devletlerin sera gazı salımlarını azaltmak için harekete geçmeleri gerektiğini söylemiştir. Bu sözleşmeye dayanarak yapılan Kyoto Protokolü sadece gelişmiş ülkelerin azaltım yapmalarına dayandığından fazla etkili olmamıştır. Bu dönemde gereken değişimlerin büyüklüğü fark edildiğinden devletler harekete geçmekte çekingen davranmışlardır. 2020-2030 yılları arasında iklim değişikliğini azaltmak amacıyla yapılan Paris Anlaşması da küresel ısınmanın 1,5 °C’yi aşmamasını prensip olarak kabul etmiştir. Yalnız devletlerin katkıları ısınmayı 1,5 °C’de tutmaya yeterli değildir ve devletler bu anlaşmada verdikleri sözleri yerine getirse bile Dünya’nın ortalama sıcaklığının 3 °C artacağı öngörülmektedir.
Devletlerin iklim krizine karşı aldıkları önlemlerin problemin şiddetlenmesini durdurmak yönünde fazla fayda saplamayacağının anlaşılması özellikle gençler arasında ciddi hoşnutsuzluk yaratmıştır. Gençler iklim krizinin en kısa zamanda durdurulmasına yönelik talepleriyle günümüzde iklim krizi karşıtı harekete liderlik etmektedir.