21 Eylül 2019 İklim değişikliğinin küresel etik boyutu
Atmosferdeki sera gazlarının miktarı her geçen gün biraz daha artıyor. Kısa süre içerisinde bir şeyler yapmaya başlamadığımız takdirde insanlığın bu gezegen üzerindeki geleceği ciddi anlamda tehlikeye girecektir. Her ne kadar devletler arası anlaşmaların yapılabileceği konusunda umudumuzu kaybetmiş olsak da bu anlaşmalar bağlamında sera gazlarının artışına karşı geliştirilmesi gereken bir plan dört ana maddeyi göz önüne almalıdır (Garvey, 2008):
- Tarihsel sorumluluklar
- Günümüzdeki imkanlar
- Sürdürülebilirlik
- İşlevsel adalet
Günümüzde sera gazı salımının büyük çoğunluğu gelişmiş ülkeler tarafından yapılmaktadır. Ancak bugün yaşanmakta olan iklim değişikliği sadece bugün yayılmakta olan sera gazlarına bağlı değildir; geçmişten bugüne değin yayılmış olan tüm gazların bunda etkisi bulunmaktadır. Gelişmiş ülkeler bugünkü gelişmişlik seviyelerini bir yerde tarihsel olarak yaymış oldukları sera gazlarına da borçlu oldukları için temelde gelişmişlikleri az gelişmiş ülkelerin hakkından kullandıkları sera gazlarına bağlıdır. Yani devletlerarası anlaşmalarla sağlanacak sera gazı azaltımları sadece ülkelerin bugün ne yaydıklarıyla değil aynı zamanda geçmişte ne yaymış oldukları ile orantılı olmalıdır. Çünkü geçmişte fazla yayarak gelişmişlik seviyesinde öne geçmiş olan ülkeler bunu bir yerde az gelişmiş ülkelerin hakkından alarak sağlamışlardır.
Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeleri kıyasladığımız zaman gelişmiş ülkelerdeki sera gazı salımlarının çoğunun “konfor” salımları olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani gelişmekte olan ülkelerin salım sebepleri yiyeceği yemeği yetiştirmeye çalışmakken gelişmiş ülkelerin salımları daha çok hayat kalitesini daha da arttırmaya yöneliktir, evleri daha fazla ampulle aydınlatmak, benzin harcaması daha yüksek araçları az kişi kullanmak, uzun mesafelere tatillere gitmek gibi. Bu sebeple kişi başına düşen sera gazı salımına bakacak olursak gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere oranla bu salımları azaltmak açısından çok daha büyük imkanlara sahiptirler. İstanbul’da oturan bir ailenin Maldivler yerine araba ile gidebilecekleri bir yerde tatile gitmesi, 100 Afrikalı’dan oluşan bir köyün bir aylık yiyecek üretimi için yol açtığı sera gazı salımına eşit bir tasarruf sağlar. Bu sebeple varılacak anlaşmalar kişilerin yaşam haklarını teminat altına alarak sera gazı salımını azaltma imkanlarını araştıracak yönde olmalıdır ve burada ilk feda edilmesi gerek yaşam hakkı değil lükslerdir.
Salımların azaltılmasında bir diğer önemli konu bu azaltımın miktarıdır. Eğer bu azaltım belirli bir oranın altında kalacak olursa sera gazlarının şu andaki artışını durdurmak mümkün olmayacaktır, bu da insanlığın varlığını sürdürmesini neredeyse imkansız hale getirecektir. Bu sebepten sonucu insanlığın varlığını sürdürmesini teminat altına almayan herhangi bir anlaşma insanlığı her gün yaşam hedeflerinden biraz daha uzaklaştıracaktır.
Son olarak göz önüne alınması gereken konu devletler arasında yapılan bu anlaşmada herkes hem tarihsel ve hem de günümüzdeki şartlar çerçevesinde güncel sorumluluklar yüklenirken bu sorumlulukların çalıştırılma mekanizmaları yukarıdaki şartların dışına düşmemelidir. Ayrıca devletler bu katılımda kendi paylarını hesaplarken tüm diğer devletlerin sorumlulukları ve bilimsel gerçeklikler konusunda aydınlanmış olmalıdırlar. Bu gerçeklikler, sorumluluklar, imkanlar ve sürdürülebilirlik çerçevesinde devletlerin ancak özgür iradeleri ile verdikleri kararlar bağlayıcı olabilir.